top of page

Çıkılmaz mı Hiç Boşluğa ?


Geçtiğimiz hafta sonu boşluğa düşmek üzerine bir yazı okudum. Ve başladım boşlukları, benim boşluklarla olan ilişkimi gözlemlemeye. İlginçtir ki, o yazıyı okuduğum sırada, Sevgili İdil Kemer'in, içinde boşluklarl(d)a oynadığımız dans atölyesinde yolu yarılamıştık. Belki de boşluklar, türlü şekillerde dikkatimi çekmek istiyordu. Ben de onları görmeyi seçtim ve başladım yazmaya.

Atölyede daha çok tatil tadındaki keyifli boşluklarla çalıştık ama şimdi gönlümden akan daha çok o 'düşülen' boşluğu yazmak...


Yıllar öncesinde pek tahammül edemediğim bir yerdi boşluk. Ürkütücü, belirsiz, kaygılı hissettiğim bir karanlıkta öylece durmak olduğunu düşünürdüm boşlukta kalmanın. Durmaya izin vermezdim o zamanlar. Mutlaka bir şeyle meşgul olmalıymışım, kendimi her daim meşgul tutmalıymışım gibi, hem bedensel hem zihinsel boyutta kendimden dolu, dopdolu olmayı beklediğim zamanlardı.

Sonrasında, neyse ki ben de kendimi koca bir boşluğun içinde buluverdim. Neyse ki diyorum, çünkü boşlukta kalmanın beni nasıl büyüttüğünü deneyimlememle ona dair alışılagelmiş algım da değişmeye başladı. Neticede boşluk belki de o kadar kötü(!) bir yer değildi... Kötü demişken, bugün sözlükte "düşmek" kelimesinin anlamlarına baktım. İçlerinde bir tanesi var ki, sanıyorum, "boşluğa düşmek" dendiğinde kastedilen tam da bu anlam: "Kötü bir sebeple istenmeden bir yerde bulunmak."

Boşlukta geçirdiğim verimli vakitlerin, boşlukta ekilmiş kıymetli tohumların ve ardından gelen yaratıcı akışların farkındalığıyla bu düşme'li ifade de, bu tanım da bana şu an çok yakın gelmiyor.

Ve içimde, bu yazıyı yazma isteğimi doğuran soruyu duyuyorum yeniden:


Boşluk illa ki düşülecek bir yer mi ki? Çıkılmaz mı hiç boşluğa?


o

Çıkılan boşluklar, düşülen boşluklar...


Peki şu düşülen ya da çıkılan boşluk şimdilerde benim için nasıl bir yer?


Orası benim kendimden uzaklaştığımda, kendimi içinde buluverdiğim bir yer. Özümle ve dünyayla bağlantımı unuttuğum, kaybolmuş hissettiğim bir yer. Epeyce karanlık. Kendime onun içinde vakit geçirmeye nispeten izin versem de; içinde durması da, onu aşması da çok kolay değil benim için.


Gördüm ki boşlukta olmak, sanılanın aksine hiçbir şey yapmamak değil - o da her ne demekse artık. Yani zaten teknik olarak hiçbir şey yapmamanın mümkün olduğunu düşünmüyorum. Eğer bununla kastedilen öylece durmaksa ve durmak denince akla gelen bedensel olarak hareketsiz olmaksa bile, aslında organizmam hala enerji harcamaya ve üretmeye devam ediyor, organlarım çalışmayı sürdürüyor, kalbim halen atıyor ve elbette nefes alıp veriyorum. Bedenime baktığımda, ben dışarıda ne yaşıyor olursam olayım, nasıl bir halet-i ruhiye içinde olursam olayım, o anki durumumla ve kendimle ilgili her ne düşünüyorsam düşüneyim; o çalışmaya, akışına devam ediyor. Belki de bu nedenle bakılması en kıymetli yer, beden; olması en kıymetli yer, an.

Kendi boşluğumdayken en çok ihtiyaç duyduğum şey işte tam da bunu hatırlamak oluyor...


Herhangi bir şeyle meşgul olmadan, öylece durup, tenime değen havayı hissetmek, zihnimden akan düşünceleri, etrafımı gözlemlemek, anda kendimin farkında olmak, bedenime, nefesimin akışına, kalbimin atışına vermek dikkatimi, yani hakkıyla durabilmek; öyle "hiçbir şey yapmamak" diye küçümseyebileceğim bir hal değil artık. Aksine, o, varlığımı kutlayabildiğim bir hal.

Boşlukta olmak ise, bir şekilde bu halden uzaklaşıp, bu içsel bilişi bilmemezlikten gelip, kendimle ilgili "hiçbir şey yapmadığım" düşüncesine saplanıp kaldığım bir yer.

Yani aslında zihinsel olarak kendimi varsaydığım bir yer, kendi düşüncelerim ve yargılarımla kendimi ittiğim bir yer... Eksik, sorunlu ya da işlevsiz hissetme halim, benim boşluğum. Yani bu boşluk işte böyle bir düşünce kadar yakınımda! Boşluk ayağınıza geldi hanımmmm!



Müziğin içindeki, seslerin arasındaki boşluklar...

Bedenimin içindeki, harflerinarasındakiboşluklar...

An içindeki sürprizli boşluklar, özgürlük taşıyan boşluklar...

Bunlar benim için zaten sevilesi boşluklar.

Peki ya nasıl olurdu kendi boşluğumu da kutlamak? Onun içindeki olası sessizliği, belki belirsizliği, havada asılı kalma halini onurlandırmak ve tabii zaman zaman oradan kurtulmak(!) için çırpınan zihnimin karmaşasını da?

Nasıl olurdu boşluğu dolu dolu(!?!?!) yaşamak?



o



İlginçtir; bir süredir, boşluktan ayrılması, içinde kalmasından daha zor olabiliyor benim için. Ama şunu da biliyorum ki, boşluğun içinde de zaman ilerliyor, bir an geliyor ve artık beden beni geri çağırıyor kendine.

Ben çağırıyorum kendimi, kendime.


Beden ve an...


Kendime dönüş yolunda, yeniden hareket ve dansla buluşuyorum.


Bu seferki sürecimde, İdil'in Neşeli Boşluklar Atölyesi, kendi boşluğumda artık hafif hafif kıpırdanmamı; bedenimi, an'ı, andaki bedenimi ve neşeyi yeniden hatırlamamı sağladı. İdil'in tuttuğu alanda keyifle oyun oynamak bana çok iyi geldi.

Bazen, ben'e çıkan yollardan kendimi bile bile mahrum bırakıyor olmamı hala garipsiyorum ama işte... Oluyor. Bu satırlar belki bunu da yeniden hatırlamak, hatırlatmak için dökülüyorlardır, kim bilir?



o



Yazımın sonlarına gelirken şu düşme çıkma konusuna yeniden bakıyorum. Bu boşluk çıkılacak (yükselmek anlamındaki çıkmak) bir yerse eğer, oradan ayrıldığımızda, aksi dolulukların içine mi düşmüş oluyoruz bu kez?

Yok! Bu da tam içime sinmiyor.

Düşmek olumsuzunu, çıkmak olumlusuyla çarpıştırmak değil niyetim. Bir yandan da görüyorum ki, düşmek-çıkmak dediğim sürece olumlu/olumsuz kutuplarına düşmeden:) edemeyeceğim.



HİÇ olmayan, BOŞ olmayan, dolu dolu(!) boşluklar...



Belki de, b o ş l u k ....


... sadece b o ş l u k ...


İdil Kemer'le Neşeli Boşluklar:

Ve yazarken bana ilham olan b o ş l u k l u tınılar:

Ólafur Arnalds - Near Light https://www.youtube.com/watch?v=G5QvttqAjvU

Son Paylaşımlar
Arşiv
Etiketlere Göre Ara
Beni Takip Etmek İsterseniz...
bottom of page